HalkbilimiEl Sanatları

Dericilik Tarihi, Dericilik Nasıl Ortaya Çıktı? Gelişimi

Dericilik İnsanların bildiği en eski sanatlardan biridir. İnsanlar ava çıktıklarında, vurdukları hayvanlardan yararlanmak ve onları kullanmak istemişlerdir. Ancak derilerin çabuk bozulması onları bazı tedbirler almağa zorlamıştır. Bunun için eskiçağ insanarı derileri yağlama yöntemini buldular ve dolayısıyle dericilik sanatının doğmasına sebep oldular.

Roma tarihçilerinden Pilinius’a göre, dericiliğin ilk bulucusu Beotyalı Tichus’dur. Diğer bir söylentiye göre ise dericiliğin ilk bulucusu Beotyalı Tichus’dur. Diğer bir söylentiye göre ise dericiliğin piri çin prensi Sin-Tang’dır.

Dericilik, Sümer. Asur. Mısır, Yunan ve Hitit medeniyetlerinde de önemli yer tutar. Dinî kitaplarda derinin tarihiyle ilgili bilgilere rastlanır. İncil ve Kur’an-ı Kerim de Adem ile Havva’nın Cennet’ten çıkarken sırtlarında pöstekiler olduğu yazılıdır. Ayrıca Musa peygamber çağında da deri yapıldığından eski medeniyet dönemi eserlerinde söz edilir.

Bir iktisadî değer taşıyan hayvan derisi, piyasaya arz edilinceye kadar çeşitli işlemlerden geçer. Hayvandan yüzülen ve tabakhanelerde işlenmeğe hazır olan deriye ham deri, işlendikten sonra ortaya çıkan deriye ise mamul deri denir. Ham deri hayvanın vücudunu kaplar, ısı farklarına ve çeşitli dış etkenlere karşı onu korur. Deri bu halde iken, en değerli yeri sırt bölümüdür. Bu bölümün ticarette kullanılan adı krupon’dur. Derilerin değeri genellikle sırt bölümünün öteki parçalara olan oranı ile ölçülür. Derinin eteklerine, bacaklarına ve boynuna oranla sırt bölümünün çok olması onun değerini arttırır. Sırt bölümü çok olan deriye özlü deri denir.

Başlıca Deri Çeşitleri

  • Güderi: geyik postundan yapılan yumuşak deri; eldiven yapımında ve temizlik işlerinde kullanılır;
  • Kösele: büyükbaş hayvan derilerinden yapılır; sert, kalın ve dayanıklı olduğu için ayakkabı tabanı, bavul ve çanta yapımında kullanılır;
  • Maroken: keçi postundan yapılan deri çeşidi; ilk kez Fas’ta (Fransızca Marok) yapıldığı için bu ad verilmiştir;
  • Meşin: sepilenmiş koyun derisi; rugan: ayna gibi parlak siyah deri; daha çok ayakkabı ve çanta yapımında kullanılır; sahtiyan: sepilenerek boyanmış ve cllâlanmış deri;
  • Süet: bir yüzü hafifçe tüylü, çok yumuşak deri; çeşitli giyim eşyası yapımında kullanılır; vidala: sepilenmiş dana derisi; ayakkabı, çanta v.b. yapımında kullanılır;

Saraçlık: Dericiliğe bağlı önemli elsanatlarından biridir. At takımları, eyer, koşum takımı, cüzdan, çanta v.b. deri eşya yapımı bu sanata girer. Bu gibi eşyayı yapan ve satan esnafa saraç denir.

Saraçlık çok eski bir elsanatıdır ve dericilikle yaşıt sayılabilir. Deriyi işlemeyi çok iyi bilen Türkler ata çok önem verdikleri için saraçlığa da büyük önem vermiş, bu sanatı gittikleri her yere götürmüşlerdir.

Ortaçağ’da hemen hemen her kentte saraçların birarada çalıştığı bir saraçlar çarşısı bulunurdu, istanbul’un saraçlar çarşısı bugünkü Saraçhane denilen semtteydi; Evliya Çelebi’ye göre, XVII. yy.da bu çarşıda 1 000’den fazla dükkân vardı.

Osmanlı’ların deri sanatında çok geliştikleri, günümüze ulaşan ve oldukça zengin bir koleksiyon oluşturan çeşitli deri işlerinden anlaşılmaktadır. Osmanlı deri işlerinde kullanılan çok çeşitli bezeme tekniklerinden en önemlileri aplike, Mozaik ve başka tekniklerdir. Deri dışında kullanılan diğer malzemeler; gümüş, iplik, sırma ve çeşitli renklerde ibrişim ve ipliklerdir.

Çeşitli dönemlerden günümüze ulaşan Osmanlı deri işleri içinde kitap ciltleri de önemli bir yer tutar. Diğer deri işleri arasında kahve torbası, matara, su tası, nihaleler, sofra altı, kutu, çanta, eldiven, pabuç, çizme ve terlik sayılabilir.

Topkapı Sarayı’nda sergilenen aplike tekniğinde yapılmış sofra altı, geleneksel Osmanlı motifli bezemeleriyle seçkin bir yere sahiptir. Topkapı Sarayı’nda sergilenen diğer deri işleri I. Murat’a ait bir eldiven, Sultan Mahmut tuğralı bir heybe, Abdülmecit tuğralı bir matara ve II. Selim’e ait bir çizmedir

Dericilik tarihinde Türkler’in eski ve önemli bir yeri vardır. Sibirya’da, Altay dağları eteklerinde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan buluntular, Türkler’in deri işlemede çok ileri olduklarını göstermektedir. İ.Ö. III. ya da IV. yy.’lara tarihlenen buluntular arasında keçe üzerine yapılmış renkli deriden aplikelere rastlanmıştır.

Hunlar dönemine ait olduğu varsayılan buluntular, onların deri işlemeyi, renklendirmeyi bildiklerini göstermektedir. Ayrıca deri giysiler giydikleri, çizme ve kürk kullandıkları da bilinmektedir. Hun dönemine ait koşum takımları da gelişkin bir deri işleme sanatının ürünleridir.

Orta Asya’dan göç ederek Önasya’ya daha sonra da Anadolu’ya gelen Türkler, deneyimlerini de birlikte getirdiler. Anadolu’da çok gelişmiş olan deri işleme sanatıyla bütünleşen bu deneyimler sonucu dericilik sanatı büyük bir gelişme gösterdi. Ahi Evran’ın iyi bir debbağ olduğu ve İlk kez çevresine topladığı debbağlarla Ahi örgütünün çekirdeğini oluşturduğu bilinmektedir. Selçuklular ve osmanlı döneminin kuruluş evresinde ticaret ve sanat alanında çok önemli bir rol oynayan Ahi örgütü ile debbağlık ve dericilik arasında çok yönlü bir ilişki olmuş ve bu sanat, Anadolu’nun hemen her yöresine yayılmıştı.

Fatih Sultan Mehmet dönemi belgelerinden, ordunun deri gereksinimini karşılamak üzere debbağların bir araya getirildikleri ve bunlara Yedikule yakınlarında günümüzde Kazlıçeşme adı verilen yerde üç yüz kırk işyeri tahsis edildiği öğrenilmektedir Burada üretilen deriyi işlemek üzere de Fatih ile Beyazıt arasındaki Saraçhane kurulmuştu. Deri, o dönemlerde birinci derecede önemli bir savaş malzemesiydi. Aynı dönemlerde Anadolu’nun birçok yöresinde debbağhanelerin bulunduğu, Diyarbakır, Tokat ve Edirne’de işlenen sahtiyan adlı keçi derilerinin XVIII. yy.’a değin dünyaca tanındığı bilinmektedir. Bu sahtiyanların büyük bir bölümünün İhraç edildiğine ilişkin belgeler vardır

Dericilik, Anadolu’da babadan oğula geçen bir meslek olarak sürdürülüyor ve işleme yöntemleri bir sır gibi saklanıyordu. Batı’nın bu sırrı ele geçirebilmek için büyük çabalar harcadığı ve sonunda sahtiyanın işlenişini öğrenen V.C. Lamp adlı bir kişinin bunu büyük paralar karşılığında fransız dericilere sattığı, bu başarısının madalyayla ödüllendırıldığı bilinmektedir

Anadolu’da dericiliğin üstünlüğü XIX. yy. başlarına değin sürmüştür Daha sonra özellikle Fransızlar’ın dericilikte önemli ilerlemeler kaydettikleri görülmektedir.

Mahmut II döneminde Beykoz’da İlk resmi sanayi kuruluşu olarak bir deri fabrikası kurulmuştur (1810). Nizamı cedid askerlerine ayakkabı üretmek amacıyla kurulan bu askeri kuruluş Cumhuriyet döneminde Sümerbank’a devredilmiştir. Özel sektöre ait ilk deri fabrikasıysa İstanbul Yedikule’de, Hacı Akif Efendi tarafından kurulmuştur, istanbul ve Anadolu’daki işletmeler ilkel debbağhane düzenini uzun süre korumuştur. 1850 lere doğruysa Sakız, Sisam, Midilli adalarında, Edremit ve İzmir yörelerinde deri fabrikalarının kurulduğu görülmektedir. Bunlar genellikle bitkisel sepileme yöntemlerini kullanıyorlardı. XIX. yy.’ın ikinci yarısında ipekli ve deri işlemelerinde baş gösteren ekonomik kriz sonucu çoğu kapanmıştır

Avrupa’da 1880 yılından başlayarak deri işleme teknolojisinde büyük bir aşama oldu ve kromlu sepileme yöntemi kullanılmaya başlandı. Bir taraftan imalat teknolojisi, öte yandan dericilikte makine kullanımı, dericiliğin hızla gelişmesine neden oldu. Türk dericiliği bu gelişmeleri zamanında izleyemediği ve uygulayamadığı için geri kaldı. Kromlu sepileme yöntemleri, ancak 1930’da ülkemize girdi ve başlangıçta gayrimüslimlere ait debbağhanelerde uygulama alanı buldu. Bursa, izmit gibi kentlerde kullanılmaya başlanması 1950 den sonradır. istanbul’da ikinci Dünya savaşı’nın sonuna değin imalat, azınlıklar tarafından sürdürülmüştür Savaşın getirdiği gereksinimler karşısında türk debbağların sayısında artış olmuşsa da, bunların büyümeleri 1950’den sonradır