Genel KültürEdebiyat

Dede Korkut Hikayeleri Günümüze Nasıl Gelmiştir?

Dede Korkut Hikayeleri Günümüze Nasıl Gelmiştir?

Türk kültürünün ve Türk dilinin en önemli ürünlerinden olan Dede Korkut hikâyeleri, 16. yüzyılda yazıya geçirilmiş şekilleriyle günümüze kadar ulaşabilmiştir. Yüzyıllar boyunca dilden dile, ozan denilen anlatıcılar yoluyla aktarıldığı anlaşılan hikâyelerin ilk defa bu dönemde yazıya geçirildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu yüzyıllardan sonra hem sözlü, hem de yazılı gelenekte bu hikâyelerin unutulmaya başlandığı tahmin edilebilir. Zira yazıya geçirilmiş olan metin de çoğaltılmamış, yaygınlık kazanmamıştır.

Çok okunan ve bilinen metinlerin bazen yüzlerce nüshasının bulunması, Dede Korkut hikâyelerinin ise, biri eksik olmak üzere, yalnızca iki nüshasının günümüze kadar gelebilmiş olması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

13. yüzyılın sonlan ile 17. yüzyıllar arasında ise sözlü gelenekte bu hikâyelerin çok canlı olduğu açıktır. Nitekim birçoğu sözlü geleneklere dayanan tarihî kaynaklar, Dede Korkuttan ve Dede Korkut hikâyelerinde anlatılan kahramanlardan bahsetmişler, kimi küçük hikâye parçalarına yer vermişlerdir. 17. yüzyıldan itibaren artık bu hikâyelerden bahseden yazılı kaynaklara rastlanmaz. Bundan, sözlü gelenekte, Dede Korkut hikâyelerini bir bütün olarak anlatma geleneğinin, Oğuzname söyleme geleneğinin artık unutulmuş olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Hikâyelerden ancak birkaçı, masallaşarak günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bunlar bilhassa Tepegöz, Deli Dumrul ve Beyrek ile ilgili olanlarıdır. Orta Asyada Türkmenler arasında ise Dede Korkut ve hikâyelerde geçen Oğuz kahramanları ile ilgili daha canlı bir gelenek sürmüştür. Türkmenistan ve civarında çok sayıda Dede Korkut hikâyesi derlenmiştir.

Dede Korkut hikâyelerinin bir bütün olarak yazıya geçirildiği iki metin günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bunlardan birincisi ve ilk bulunanı Dresden Kraliyet Kütüphanesinde olup H. O. Fleischer tarafından bulunmuştur. Bu nüshayı 19. yüzyılın ilk çeyreğinde bilim dünyasına tanıtan ve ilk defa ondan faydalanan ise H. F. von Diezdir. Diez, bu nüshanın bir kopyasını kendi eliyle çıkararak Berlin Kütüphanesine bırakmıştır. Diezin ilk tanıtımı ve çalışmalarından sonra bilim dünyasında konuyla ilgili başka çalışmalar başlamış; hikâyeler, Dede Korkut, burada geçen Oğuz kahramanları araştırma konusu olmuştur.

Türkiyedeki ilk yayım ise, Diezin yayımından yaklaşık yüz sene sonradır. Kilisli Rifat, 1916 yılında Diezin eliyle yazdığı Berlin Kütüphanesindeki nüshaya dayanarak Dede Korkut hikâyelerini yayımlamış; bundan sonra Türkiyedeki araştırmacılar da konuya eğilmişlerdir. Günümüz Türk alfabesiyle, daha bilimsel ve ayrıntılı ilk yayım ise Orhan Şaik Gökyay tarafından 1938de yapılmıştır.

1950 yılı ise Dede Korkut hikâyeleri açısından yeni bir buluşa sahne oldu. İtalyan Türkolog Ettore Rossi, Vatikan Kütüphanesinde Dede Korkut hikâyelerini içeren yeni bir nüsha bularak bunu bilim dünyasına tanıttı ve 1952 yılında bunu yayımladı.

Böylece, bugün bilim dünyası tarafından tanınmakta ve yararlanılmakta olan iki nüsha da ortaya çıkmış oldu. İşte bütün araştırmalar bu iki nüshaya dayanmaktadır. Ve ne yazık ki, daha başka, daha eski bir nüsha günümüze kadar ulaşmamış, ulaştıysa da ortaya çıkarılmış değildir.

Dresden nüshasında bir mukaddime ve on iki hikâye yer alırken, Vatikan nüshasında bir mukaddime ve altı hikâye yer almaktadır.